26 Nisan 2016 Salı

                                           *25*                                                      



Her hafta sonu olduğu gibi evde oturmuyorum maalesef(!). Okulumun düzenlediği kurslardan ne yazık ki ben de nasibimi aldım. Sıkıcı olan matematik dersi neyse ki bitti ve biraz hava almak için buz gibi olan bahçeye doğru koştum zemin katta olduğumuz için zaman harcamadan hemencecik çıktım. Ve dışarıda en yakın arkadaşlarımdan Tolga’yı gördüm:

-          Tolga uzun zamandır görmedim seni.

-          Aa Pelin nasılsın?

-          İyiyim, sen de mi matematik dersinden çıktın?

Bir an yüzüme delirmişim gibi baktı ve dudağını büzdü. Bu yüzden cümlemi açıklama gereği duydum:

-          Yani hava almaya mı çıktın?

-          Yok, hayır.

-          Ee peki neden?

-          Biraz moralim bozuk da ondan.

-          Niçin? Çok soru sordum ama.

-          Ailevi meseleler diyelim.

-          Sakıncası yoksa… Neyse ya boş ver.

Bir an duraksadı. Gözlerini devirdi ve yerdeki ufak bir taşı umutsuzca tekmeledi:

-          Babamın işi yüzünden taşınacakmışız.

Yüzümdeki gülümseme saniyenin onda birinde çarpık bir sorutmaya dönüştü:

-          Nereye? Dedim.

-          İstanbul, büyük ihtimalle.

-           İyidir İstanbul. Dedim, yüzüme acı bir gülümseme oturtarak.

Yaşıtmışız gibi sırtını sıvazladım, yakın arkadaşız sonuçta. Zoraki gülümseme ile sordum, nede olsa İstanbul onun için iyi bir eğitim imkânı. Mutlu olmam bile lazım:

-          Ne zaman gidiyorsunuz?

-          Pelin, gerçekten kendini kasmana gerek yok. Emin ol ben de nede olsa taşınacağımız yer İstanbul olsa da çok üzgünüm burada dostluklarım vardı.

Gözlerimi devirdim, çabukça bir şeyler geveledim:

-          Ney- neyse ya zil çalar bir azdan gitmeliyim. Gitmeden önce vedalaşırız.

Nemlenen kirpiklerimi kırpıştırdım. Ve hemen girişin yanında olan lavaboya yüzümü yıkamak amacıyla yavaş adımlarla yürüdüm…

                                                           ****

9 Nisan 2016 Cumartesi

                                         *24*                                          


Normal uyandığım bir sabah, güneş her zamanki gibi doğdu. Ve benim iğrenç sesli alarmım çalmaya başladı. Psikolojik olabilir ama gerçekten hayattaki en çirkin sesmiş gibi geliyor ve kesinlikle öyle. Yataktan doğrulunca ellerimi yumruk yapıp gözlerimi ovaladım bu şekilde az da olsa uyanabiliyordum daha doğrusu uykumu alabiliyordum. Biraz daha uyuma fikri aklımın en ücra köşesinden bir anlık geçti ama annem ihtimali aklıma gelince yüzümü buruşturup banyoya doğru ilerledim. Yüzüme su vurup, Doğa’nın odasına ilerledim uyuduğunu görünce kocaman sırıttım. Ve bir, iki, üç! Bum:

-          Günaydın Do! Do! Doğa!

-          Günaymasın canım arkadaşım.

Dedi ve kafasını yastığa gömdü, üstüne atlamam bile işe yaramadı. Biraz (birazdan çok fazla belki de) yüksek sesle bağırdım:

-          Kalk, ben kalktım haksızlık!

Çiçek bu sesle uyanmış olacak ki:

-          Bir susun Pelin Abya ve Abya.

-          Bak Doğa kardeşin bile isyan etti. Dedim.

-          Pelin tek kelimeyle “SUS”

Aycan Teyze Doğa’ya seslendi:

-          Kızım kalk artık!

Doğa birden ok gibi fırladı ve bende içim rahat bir şekilde odama döndüm. Ahşap dolabımın kapısını açarak diğer elbiselerimin arasından okul formamı bulmaya çalıştım, bulunca aynaya doğru zafer işareti yaptım. Kısa saç tellerimi ellerimle biraz kıvırıp bileğime deri bilekliğimi geçirince aynadan kendimi süzdüm fena değildim. Her zamanki ben işte deyip dudak büktüm. Doğa’nın odasına doğru koşmaya (!) başladım ve içeri daldım neyse ki tam karşımda değildi de üstüne düşmedim, biraz sesimi çocuklaştırarak:

-          Doğa hızlı ol! Servis gelmek üzere. Diye bağırdım.

-          An itibarı ile çok tatlısın Pelin ama ben hazırım.

-          Haa o zaman haydi inelim.

Kalın pelüş montumu hızlıca üstüme alıp deri çantamı koluma taktım. Doğa çok kıskandığım emojili sırt çantası ve siyah deri ceketini giymiş. Biz evin üç basamaklı merdivenini tek seferde atlar atlamaz servis tam evin kapısına yanaştı bom boş sandığım servise bindiğimde, bir adet çekingen yüz görünce haliyle şaşırdım. Doğa’nın da şaşkın olduğunu gördüm. Sabahın olmazsa olmazı selamımı verdim:

-          Good morning guys*, dedim inanılmaz aksanımla.

-          Good morning* Pelin, dedi Şoför Ağabey Sivas aksanıyla.

İsmini bilmediğim yeni gelen kız bana deliymişim gibi bakıyordu. Selam vermem gerektiği aklıma sonradan geldi:

-          Merhaba ben Pelin.

-          Merhaba ben de Buse. Memnun oldum. Dedi çok yumuşak bir ses tonuyla.

-          Ben de. Dedim.

Doğa kendini tanıştırması gerektiğine sonradan uyandı:

-          Ben Doğa.

-          Buse, memnun oldum.

-          Ben de.

Diyerek samimi bir şekilde el sıkıştılar açıkçası Doğa’nın yeni kişilere önyargılı ( hatta çok ) davrandığını gördüm. Yanımda getirdiğim kulaklığımı telefonuma takıp kendimi ezgilerle “Masmavi Deniz’e” hapsettim.
                                                         ****

29 Mart 2016 Salı

                                       *23*                                                 


Okula uzun zaman sonra tekrar döndük açıkçası pek özlemedim okulu zaten benim derslerim birinci sınıftan beri hiç parlak olmadı. Sabah Doğa adeta kanatlanmıştı bir insan okula neden âşık olur ki, çok saçma! Ben biraz özledim okulu çünkü hediye zamanı var! Hediyeyi nedensizce seviyorum, birini doğum günüme almadan önce hediye aldın mı diye sormak normal mi? Değilse ben anormalim. Servise binerken her zaman ki gibi yere düştüm tebriks bana(bol tebriks bana)(çok bol tebriks bana)(çok çok bol tebriks bana) okula ölmeden gitmeyi başardım, kendimle gurur duyuyorum. İlk ders tabii ki de (maalesef) matematik ama bizim canım çekilişimiz biz garip öğrencilerin yüzüne kocaman bir tebessüm hocamızın yüzüne somurtuk bir ifade aşıladı. İçin için gülen bizlerin sevincine birde hediyeler katılınca hayatımın en güzel gününü yaşıyor gibi hissettim. Hoca harf sırasına göre okuyacağını söyledi ve maalesef “P” harfi alfabemizde sona yakın bir yerde olduğundan ben en son hediye alacaktım ve benim hediye vereceğim çocuğun ismi ”B” ile başlıyor ve bizim sınıfta ismi “A” ile başlayan hiç kimse yok buda demek oluyo…

-          Kim Barış’a hediye aldı çocuklar?

-          Ben! Hocam.

Bir an tüm bakışların üzerimde olduğunu hissettim. İlk olmak hep kötüdür. Nedense ben çok korkarım ilklikten(çok saçma bir kelime oldu).elimdeki ufacık hediye paketini aynı sınıfta olmamıza rağmen yüzünü ilk defa gördüğüme şaşırdığım çocuğa uzattım. Yüzüme bakmadan:

-          Teşekkürler, gibi bir şey mırıldandı.

 Ve sırasına doğru gitti. Sırası da burnu gibi “Kaf Dağında” olduğundan ulaşması 5 yıl sürdü. Sınıfın en ücra köşesinde bulunan küçük sıraya oturup başını eğdi. Gerçekten bu ortaokul tüm şehrin en sevimsiz insanlarının bir araya toplandığı yer. Sıra hiç bitmeyecek sandığım anda bana geldi. Bana bir kız almış Cansu açıkçası çok sevdim kendisini. Upuzun saçları var, upuzun, upuzun, upuzun. Benim neden yok? Diye soracak olursam, soramam çünkü bizim zeki arkadaşımız Pelin, ben oluyorum o, kendisi istedi. Bu arada bana ne almış biliyor musunuz “Okuma Gözlüğü” ve ben kitap okumaya bayılırım. Kesin Doğa demiştir. Zaten hediye paketimi açtığımda ona baktım direkt ve o gözlerini devirdi bu da demek oluyor ki sobelendin Doğacım. Doğa’ya ne almışlar biliyor musun? Anı defteri ve Doğa yazmaktan nefret eder, hiç sevmez yazmayı hatta nefret eder neymiş efendim yaşadıklarımızı ve deneyimlerimizi hiç yaşamayan ve canı olmayan varlığa neden aktaralım sakın bu sözleri yazarlar duymasın…

                                                                                      ****

7 Mart 2016 Pazartesi

                                              *22*                                                  


Mutlu yeni yıllar! Bugün yılbaşı yepyeni ve koskoca bir yeni yıl beni bekliyor. Kâh ağlamalı kâh gülmeli kocaman 365 gün var önümde. Yarın 365 yapraklı bir kitabın ilk sayfası iyi bir yazar olmalıyım. Bu gece eskiden olsa okul parti verir, 00.00’da da tüm arkadaşlarımla coşardık. Nerede o günler ama olsun, yine de yarın 1 Ocak 2016 yani çok tatlı bir yıl beni bekliyor. 2016’da ne olabilir acaba insanlık için hmm düşünelim ilk fikir tabii ki uçan araba belki icat edilir. Bu arada ben yılbaşı hediyemi aldım, ne kadar kime aldığımı tam olarak bilmesem de (!) kulaklık aldım hem de üzerinde “ATHENA” var. Arkadaşlarından “ATHENA”yı sevdiğini öğrendim, bende severim Rock. Huyumuz tuttu hayret, aslında tanımıyorum bu kadar önyargılı davranmam yanlış, olsun sonuçta selam bile vermemiş bana. Yaa bana kim aldı acaba çok merak ettim şimdi. Doğa’da kime aldığını bir söylesene beni çatlatacak ille de off.  Hoşuna gidiyor herhalde benim merak etmem “CADI” tam bir cadı ( anneanneme mi benziyorum ben) oklu özledim özellikle çok yakın arkadaşlarımı yani yakın arkadaşlarım derken Tolga ve Maya sadece yani anlamıyorum çok mu sevimsizim yoksa şanssız mıyım? Beklide sorun karşı taraftadır desem yüz tane insan yanılıyor olamaz herhalde. Biraz sevimsiz olabilirim ama eski okulumda çok popüler bir insandım maalesef oradaki popülerliğimi yanımda getiremiyorum. Çok mu İstanbul lafı ediyorum anlamadım Doğa geçen gün isyan etti ona göre İstanbul’u unutamamışım bence çokta unuttum yani. Eski bende çok kalmaz ( Güzel WhatsApp durumu olur benden söylemesi) yaaa bir gece olsa da kutlasak.

                                                                     ****

 

4 Mart 2016 Cuma

                                            *21*                                                   

 
Yarın yılbaşı, yani 31 Aralık aslında tam yılbaşı değil ama ben hep yılbaşında gereğinden fazla sırıtırım. Ne bileyim, çok sıcak geliyor bana yılbaşı. Hep babam Kader Abla, Efsun Abla ve Şafak Ağabey’e izin verir bizim evde yalnız başımıza kalmamızı sağlardı çok da iyi yapardı. Annem hep yılbaşında o adam gibi olan kurabiyeleri yapıyor. Yani 3 yıldır ismini ezberleyemedim. Neydi? Zencefilli kurabiyeydi sanırım. Ve hep okulda çekiliş yaparız bana nedense her zaman samimi olmadığım biri çıkar. Geçen sene sınıfımız 13 kişilik olduğundan 4/C şubesiyle ortak yaptık bana sadece selam verdiğim ve hiç tanımadığım biri çıktığı için rastgele bir şey aldım, pek memnun olmadığı her yüz kasından belliydi. Haa bu arada bu gün bizde yılbaşı çekilişi yaptık, bana ismi neydi? Şimdi hatırladım Barış diye biri çıktı sanırım o da kızlarla tanışmaya hiç yeltenmeyenler arasında keşke Doğa çıksaydı ne güzel olurdu. Akabinde ”Maalesef” annem beni yarın yılbaşı olduğu için erken yatmam konusunda uyardı. Acaba annemden gizlice Doğa’nın yanına mı gitsem? Güzel fikir aslında hem ona da kimin çıktığını sorarım. Bu aslında biraz annemden gizli görev gibi olacak ama olsun burada da bir can sıkıntıdan patlayacak. Bu arada( pardon araya hep dip not sıkıştırıyorum ama) matematikten notumu merak ediyor musun? Tabii 100 olmasa da bir 80 değil tamı tamına 97 aldım. Doğa tabii ki 100 aldı ( hem de yıldızlı). Doğa odasına girdiğimde şu sözleri söyledi:

-          Pelin koş odana annemler görmesin!

Tam bir hayal kırıklığı hâlbuki ben buraya ne umutlarla gelmiştim. En iyisi ben yatayım. Kimse beni istemiyor.

                                                                         ****

                                             *20*                                           

 
Hemen bu sözleri duyunca anneme koştum. Sorguya çektim hemen onu:
-          Anne babaannem ölecek mi?
-          Bana neden söylemediniz?
-          Ben onun torunuyum.
-          Bilmek hakkım.
-          Tamam, sakin ol Pelin.
-          Nasıl sakin olayım anne?
-          Babaannen ölmeyecek!
-          Neden doktorun yanında? Gibi milyon tane soru yönelttim.
-          Yaa grip olmuş bronşları iltihaplanmış. Ahu Doktor’da bizimde haberimiz olması gerektiğini düşünüp aramak istemiş ama babaannen izin vermeyince bu yola başvurmuş.
-          Aaa gerçekten mi?
-          Tabii ki sana yalan borcum mu var?
-          Yok, eee o zaman. Diye kendi sorusuna cevap verdi.
-          Teşekkür ederim anne yüreğime su serptin.
-          Bir şey değil kızım.
-          Tamam görüşürüz. Ders çalışıyım ben.
Derse oturdum ancak kendimi pek derse veremiyorum. Tek derdim babaannemdi, ufak penceremden dışarıyı seyre daldım. İnsanlar ne kadar sakindi acaba neden? Hiç kimsenin bir derdi yok mu? Yarın matematik yazılım var, hoca kazık soracakmış, çok korkuyorum 85 altı alırsam ben biterim annem çok kızar. Ona söz vermiştim tüm notalarım 100 olacak diye. Off çok sıkıldım anlaşıldı bu gün ben zor ders çalışırım. Sınavdan düşük almamam lazımmm. En iyisi Doğa’yla çalışıyım. O sıkılmadan çalışır:,
-          Doğa, lütfen matematik yazılısına beraber çalışalım!
-          Ayy peki Pelin.
-          Aslan arkadaşım benim.
-          Pelin şunu fark ettim sende hemen sulanma özelliği var.
-          Teşekkürler! Teşekkürler!
-          Ya otur haydi X’lerle Y’lerle boğuşalım.
-          Yaa şu anda o kadar basketbol oynamak istiyorum ki.
-          Otur çabuk o zaman da çabuk bitsin işimiz.
Bana anlatmaya başladı Doğa. “Bi bakem” iyice havaya girmiş sanırsın Selim Hoca. Ahh azizim ben diyorum bu kız matematikçi olacak. Ama bizim Pelin sözelci olduğu için bizim Pelin’e matematik zor gelsin. Nerede eşitlik of of!!! Ya ben sıkıldım:
-          Doğa ben sıkıldım.
-          Hadi o zaman say işlem önceliğini bitirelim.
Aa Doğa bana sanki laf soktu. Öyle hisettim:
-          “Doğacım” sen bana laf mı soktun doğru mu anladım?
-          Hayır, “Pelincim” sana öyle gelmiş.
-          Haa tamam ne diyorduk “Doğacım”.
-          Ayy yeter say şu işlem önceliğini!!!
Off ben Doğa’yı dinlemedim ki nasıl sayıcağım?!
-          İlk önce, ilk işlem yapılır, sonra sonraki işlem, en son son işlem yapılır.
-          Pelin bari mantıklı salla.
-          Ne yapıyım? Bendeki sallama yeteneği de bu kadar ne yapıcan.
-          Off ilk önce üslü sayılar, sonra parantezli işlemler, sonra çarpma-bölme, en sonda toplama-çıkarma. OK?
-          OK?
-          Bak şimdi inebiliriz.
-          Olleyyy !!!
-          Off Pelin senden çok çekeceğim.
Ya basketbolu çook seviyorum.
                                                           ****

                                          *19*                                              


Bu da neydi şimdi, son cümle bende lodos etkisi yarattı. Kasten yazılmıştı belli ki. Babaannem neden böyle bir şey yazsın. Babaannem doktorun yanında olmalı demek ki hasta. Mektubun içinde olduğu turuncu zarfı kurcaladım belki not vardır diye ama yok, beni bunca sırla baş başa bıraktın “DOKTOR HANIM” ben nasıl çözeceğim bu sırları. Hüzün dolu özlem kokan mektubu ilaç kokusu sarmıştı şimdi de, babaannem nerede? Ne yapıyor? Sağlıklı mı? Kim bakıyor ona? Kafamda bunlar gibi binlerce cevapsız soru dönerken kapım çaldı:

-          En sevdiğim arkadaşım nasılmış bakalım?

-          Doğa iyi bir dedektif misin?

-          Bu da nereden çıktı?

-          Gizemli bir mektup var elimde ve ben ne yapacağımı bilemiyorum.

-          Babaannenin gönderdiği mektup mu?

-          Evet, sen nereden biliyorsun.

-          Kahveleri yaparken annemler konuşuyordu.

-          Ne diyorlardı?

-          Birkaç sözcük kaldı aklımda.

-          Neler?

-          Hastane, kanser, mektup, Ahu Doktor ve bir de-

Doğa bir an duraksadı:

-          Beklide yanlış duydum ya boş ver.

-          Doğa ne oldu söyle.

-          Önemi yok.

-          Bu gizemi çözmekte yanımda değil misin? O zaman beklide dost değilizdir.

-          Peki, son kelimede “ÖLÜM” .

 Ne! Ne diyor bu kız.

-          Emin misin Doğa?

-          Maalesef.

O anda çöktüm herkes bir, bir yok oluyordu. Ben de mi sorun vardı? Babam, Ayaz Amca şimdide babaannem. Lanetli miyim ben?

                                                                   ****